16 Aralık 2017 Cumartesi

ESMA VE SIFAT-I NEBİ NOTLARI - ( SAN’AT-I RABBÂNİYENİN VASSÂFI A.S.M ) / EZKÂR No: 223

“ Es-Selâmü aleyküm ve rahmetu’l-lâh ”

“ Eûzübillâhimineşşeytânirracîm.. Bismillâhirrahmânirrahîm “

“ Ve tüb aleynâ yâ tevvâbü yâ hakîmü tevbeten nasûhan liekûne minellezîne izâ fealû fâhişeten ev zalemû enfüsehüm zekrullahe festeğferu li zünübihim vemen yeğfiruzzünûbe illallâhu …” (1 defa )

“ Estağfirullâh el azîm el kerîm ellezî lâ ilâhe illâ hüve el hayyel kayyûme ve etûbü ileyhi sübhânehu..”  ( 11 defa )

“*Allahu Ekber*…Allâhümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke hamidün mecîd..”

“ Ayet-el Kürsi..” ( 1-3-7 defa isteğe göre okunabilir)

“ Peygamber Efendimiz (Aleyhissalâtu Vesselâm’ın).. Tüm Peygamberlerin (Aleyhisselâm).. Ehl-i Beyt-i Nebevî ve Sahabe-i Kiramın.. (Radıyallahu Anhüm), Üstadımız Bediüzzaman (Radıyallahu anh).. Gavs-ı Âzam Abdülkâdir Geylânî (Kudduse sırruhu) Hazretlerinin.. Ahirete irtihâl eden Nur Talebelerinin (Rahmetullâhi-Aleyh) Ruhlarına 3 İhlas 1 Fâtiha…

“ Sübhânellâhi velhamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil-azîm. ” (  3 defa )

 “ Lâ ilâhe illallahu vahdehû lâ şerike leh. Lehul mulku ve lehul hamdu yuhyî ve yumît. Vehuve Hayyun lâyemut, biyedihil hayr ve huve alâ kulli şey’in kadîr..”  ( 3 defa )

*Bismillâhirrahmânirrahîm*

“ *Yâ A’zamü min külli ‘azîm..Yâ Ekramü min külli kerîm..Yâ Erhamü min külli rahîm..Yâ Ahkemü min külli hakîm,,Yâ Aİemü min külli ‘alîm..Yâ Akdemü min külli kadîm..Yâ Ekberu min külli kebîr..Yâ Ecellü min külli celîl..Yâ E’azzü min külli ‘azîz..Yâ Eltafü min külli latîf……….Sübhâneke yâ lâ ilahe illâ ente’l-emâ-ne’l-emâne ecirnâ mine’n-nâr.*”

Allahümme Rabbena hallisna ve ecirna ve neccina minen-nar.Ve afina va’fu anna ve edhil-nel Cennete dare kudsike meal-ebrar.Bi-afvike ya Mücir, bi-fadlike ya Gaffar.Ve es’elüke bi-hakkı hazihil-esmail-kerimetis-şerifeti ves-sıfatil-celiletil-latifeti en-tusalli ala-seyyidina Muhammedin ve ala-alihi ve sahbihi bi-adedi hasenati Muhammedin.bismillah, hasbiyallah, la ilahe illallah, şehidallah, kul-hüvallah, maşaallah, Rabbiyallah, tebarekallah, tealallah, tevekkeltü alallah, fese-yekfikehümullah, ve hüves-semiul-alim.Sübhaneke ya la ilahe illa entel-emanül-eman la uhsi senaen aleyke ente kema esneyte ala nefsik ya Allah, ya Rahman, ya Rahim, ya Gafur, ya Şekur.. es’elüke bima ahsaytehu aleyke min-esmaikel-hüsna ve sıfatikel-ulya ve kelimatiket-tammeti en tağfire li ve li-valideyye ve li-üstadi Saidin-Nursi ve li-talebeti resailin-nur ve li-cemiil-mü’minine vel mü’minati vel-müslimine vel-müslimati el-ahyai minhüm vel-emvat.Ve terhamena rahmeten tuğnina biha an rahmeti men sivake min-halkike.ve en takdiye havayicena ve tu’tiyena sualena fid-dünya vel ahireti ve tahtime lena bis-seadeti veş-şehadeti vel-kerameti vel-büşra inde firakid-dünya..ve tecziye Muhammeden sallallahü aleyhi ve sellem anna ma hüve ehlühü ve müstahakkuh.. ve en la tekilena ala-enfüsina tarfete aynin vela ila-ehadin-min-halkik.Ve tusliha lena şe’nena ve en tahrusena bi-aynikelleti la tenamu ve tahfezana bi-rüknikellezi la yüramu ya zelcelali vel-ikram. Ve en tasrife anna ve ammen ullika aleyhi hazihil-esmau afetel-cinni vel-insi veş-şeyatin ve zelzeletel ardi ve dekdeketel-cibali min-haşyetih. Ve afetettauni vel-vebai ve aynes-sui ve veceal-cevarihi ve sairel-afat.Ve tahfezana min-külli şerrin ve suin.Ve terzukanas-selamete vel-afiyete vel hayra fid-dünya vel-ahireti bi-rahmetike ya erhamer-rahimin.Ve sallallahü ala-seyyidina Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmain.Velhamdü lillahi rabbil-alemin…………..

"*Allahu Ekber*…Allâhümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte alâ İbrahime ve alâ âli İbrahim. İnneke hamidün mecîd.."

“ESMA VE SIFAT-I NEBİ ( A.S.M ) HAKKINDA NOTLAR”

 “ Bismillâhirrahmânirrahim..”

34 - MEHÂSİN-İ SAN’AT-I RABBÂNİYENİN VASSÂFI (A.S.M)

Anlamı: Rabbimize ait sanat güzelliklerinin vasıflarını (niteliklerini) sayarak medheden..vasıflandıran..vasıf ve beyanda ârif ve âlim olan Hz. Muhammed A.S.M

……………Nasıl ki bir sarayın ustası, o saraya münasip bir tarife yapar, kendini vasıflarıyla göstermek için bir tarife kaleme alır……………

….Bülbül bahsine bir tetimme: Sakın zannetme ki, bu ilân ve dellâllık ve tesbihatın nağamâtıyla tegannî bülbüle mahsustur. Belki ekser envâın herbir nev’inin bülbül misali bir sınıfı var ki, o nev’in en lâtif hissiyatını, en lâtif bir tesbih ile, en lâtif sec’alarla temsil edecek birer lâtif ferdi veya efradı bulunur. Hususan sinek ve böceklerin bülbülleri hem çoktur, hem çeşit çeşittirler ki, onlar, bütün kulağı bulunanların, en küçük hayvandan en büyüğüne kadar olanların başlarında, tesbihatlarını güzel sec’alarla onlara işittirip onları mütelezziz ediyorlar.

Onlardan bir kısmı leylîdir. Gecede sükûta dalan ve sükûnete giren bütün küçük hayvanların kaside-hân enisleri, gecenin sükûnetinde ve mevcudatın sükûtunda, onların tatlı sözlü nutuk-hanlarıdır. Ve o meclis-i halvette olan zikr-i hafînin dairesinde birer kutuptur ki, herbirisi onu dinler, kendi kalbleriyle Fâtır-ı Zülcelâllerine bir nevi zikir ve tesbih ederler.

Diğer bir kısmı neharîdir. Gündüzde, ağaçların minberlerinde, bütün zîhayatların başlarında, yaz ve bahar mevsimlerinde, yüksek âvazlarıyla, lâtif nağamatla, sec’alı tesbihatla Rahmânü’r-Rahîmin rahmetini ilân ediyorlar. Güya bir zikr-i cehrî halkasının bir reisi gibi, işitenlerin cezbelerini tahrik ediyorlar ki, o vakit işitenlerin herbirisi lisan-ı mahsusuyla ve bir âvâz-ı hususî ile Fâtır-ı Zülcelâlinin zikrine başlar.

Demek, herbir nevi mevcudatın, hattâ yıldızların da bir serzâkiri ve nurefşan bir bülbülü var. Fakat bütün bülbüllerin en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semâvâtın bütün mevcudatını lâtif seceâtıyla, leziz nağamâtıyla, ulvî tesbihatiyle vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşânı ve benî Âdemin bülbül-ü zü’l-Kur’ân’ı, Muhammed-i Arabîdir.

Salâvâtın en üstünü ve selâmetin en güzeli onun, âlinin ve ona benzeyenlerin üzerine olsun….Sözler

BU İSMİN/SIFATIN HAKİKATİNE DAİR;

….Sâni-i Zülcelâl, ne kadar evsaf-ı kemâliye varsa, onlarla muttasıftır. Zira mukarrerdir ki: Masnûda olan feyz-i kemâl, Sâniin kemâlinden iktibas edilmiş bir zıll-i zalîlidir. Demek, kâinatta ne kadar hüsün ve cemâl ve kemâl varsa, umumundan lâyuhadd derecede yüksek tabakada evsaf-ı cemâliye ve kemâliyeyle Sâni muttasıftır. Evet, ihsan servetin, icad vücudun, îcâb vücubun, tahsin hüsnün fer’idir ve delilidir. Hem de Sâni-i Zülcelâl, cemi’ nekaisten münezzehtir. Maddiyatın mahiyatının istidatsızlığından neş’et eden nekaisten müberradır. Kâinatın mahiyat-ı mümkinesinden neş’et eden evsaf ve levazımatından mukaddestir.

Onun benzeri hiçbir şey yoktur, celle celâluhu.…………..Muhakemat

….. İsm-i Hakem ve Hakîm, bedâhet derecesinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletine delâlet ve istilzam ediyor denilebilir.

Evet, madem gayet mânidar bir kitap, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemal, kendini görecek ve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemalde bir san’at, teşhirci bir dellâl ister.

Elbette, herbir harfinde yüzer mânâlar, hikmetler bulunan bu kitab-ı kebîr-i kâinatın muhatabı olan nev-i insan içinde, elbette bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak.

Tâ ki, o kitapta bulunan kudsî ve hakikî hikmetleri ders verecek; belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek; belki kâinatın hilkatindeki makasıd-ı Rabbâniyenin zuhuruna, belki husulüne vesile olacak; ve umum kâinatta Hâlık tarafından gayet ehemmiyetle izharını irade ettiği kemâl-i san’atını, cemâl-i esmâsını bildirecek, âyinedarlık edecek.

Ve o Hâlık, bütün mevcudatla kendini sevdirmek ve zîşuur mahlûklarından mukabele istediğinden, o zîşuurların namına birisi o geniş tezahürât-ı rububiyete karşı geniş bir ubudiyetle mukabele edip, ber ve bahri cezbeye getirecek, semâvat ve arzı çınlatacak bir velvele-i teşhir ve takdisle o zîşuurların nazarını o san’atların Sâniine çevirecek; ve kudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i aklın kulaklarını kendine çevirecek bir Kur’ân-ı Azîmüşşanla, o Sâni-i Hakem-i Hakîmin makasıd-ı İlâhiyesini en güzel bir surette gösterecek; ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve tezahürât-ı cemâliye ve celâliyesine karşı en ekmel bir mukabele edecek bir zat, güneşin vücudu gibi bu kâinata lâzımdır, zarurîdir.

Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri yapan, bilmüşahede, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdır.

Öyleyse, güneş ziyayı, ziya gündüzü istilzam ettiği derecede, kâinattaki hikmetler risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) istilzam eder.

Evet, nasıl ki ism-i Hakem ve Hakîmin cilve-i âzamı ile, âzamî derecede risalet-i Ahmediyeyi iktiza ediyor; öyle de, Esmâ-i Hüsnâdan Allah, Rahmân, Rahîm, Vedûd, Mün’im, Kerîm, Cemîl, Rab gibi çok isimlerin herbiri, kâinatta görünen bir cilve-i âzamla, âzamî derecede ve mertebe-i kat’iyette risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) istilzam ederler.

Meselâ, ism-i Rahmân’ın cilvesi olan rahmet-i vâsia, o Rahmeten li’l-Âlemîn ile tezahür eder. Ve ism-i Vedûdun cilvesi olan tahabbüb-ü İlâhî ve taarrüf-ü Rabbânî, o Habib-i Rabbü’l-Âlemîn ile netice verir, mukabele görür.

Ve ism-i Cemîlin bir cilvesi olan bütün cemaller, yani, cemâl-i Zat, cemâl-i esmâ, cemâl-i san’at, cemâl-i masnuat o âyine-i Ahmediyede görülür, gösterilir.

Ve haşmet-i rububiyetin ve saltanat-ı ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-ı saltanat-ı rububiyet olan zât-ı Ahmediyenin risaletiyle bilinir, görünür, anlaşılır, tasdik edilir.

Ve hâkezâ, bu misaller gibi, ekser Esmâ-i Hüsnânın herbiri, risalet-i Ahmediyeye (a.s.m.) birer parlak burhandır.

Elhasıl, madem kâinat mevcuttur ve inkâr edilmiyor. Elbette kâinatın renkleri, ziynetleri, ışıkları, ziyaları, san’atları, hayatları, rabıtaları hükmünde olan hikmet, inâyet, rahmet, cemal, nizam, mizan, ziynet gibi meşhud hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez.

Madem bu sıfatların, fiillerin inkârı mümkün değildir. Elbette o sıfatların mevsufu ve o fiillerin fâili ve o ziyaların güneşi olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem, Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkârı kabil olmaz.

Ve elbette o sıfatların ve o fiillerin medar-ı zuhurları, belki medar-ı kemalleri, belki medar-ı tahakkukları olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-ı âzam ve tılsım-ı kâinatın keşşafı ve âyine-i Samedânî ve Habib-i Rahmânî olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmez.

Âlem-i hakikatin ve hakikat-i kâinatın ziyaları gibi, bunun risaleti dahi, kâinatın en parlak bir ziyasıdır.

Günlerin âşireleri ve mahlûkatın zerreleri sayısınca ona ve âl ve ashabına salât ve selâm olsun……Lem’alar

….. O zât (a.s.m.) öyle bir şeriat ve bir İslâmiyet ve bir ubûdiyet ve bir dua ve bir davet ve bir imanla meydana çıkmış ki, onların ne misli var ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel, ne bulunmuş ve ne de bulunur. Çünkü, ümmî bir zâtta (a.s.m.) zuhur eden o şeriat, on dört asrı ve nev-i beşerin humsunu, âdilâne ve hakkaniyet üzere ve müdakkikane hadsiz kanunlarıyla idare etmesi, emsal kabul etmez.

Hem, ümmî bir zâtın (a.s.m.) ef’âl ve akvâl ve ahvâlinden çıkan İslâmiyet, her asırda, üç yüz milyon insanın rehberi ve mercii ve akıllarının muallimi ve mürşidi ve kalblerinin münevviri ve musaffîsi ve nefislerinin mürebbîsi ve müzekkîsi ve ruhlarının medâr-ı inkişafı ve maden-i terakkiyatı olması cihetiyle, misli olamaz ve olamamış………….Şualar

….. Ve keza, şu mu’cizeli ve hikmetli ef’âl-i kerîmânenin tezahüratından anlaşılıyor ki, Sâni-i Fâilin pek gizli kemâlâtı vardır. Ve daima o kemâlâtı, enzar-ı âleme arz ve teşhir etmek ister. Çünkü, daimî bir kemâl, daimî bir tezahürle takdir edicilerin devam-ı vücutlarını iktiza eder. Çünkü, adem-i mutlaka namzet olan insan, kemâlâta kıymet vermez ve istihsan ve takdire bedel istiskal ve tahkir eder.

Ve keza, bu güzel, müzeyyen, münevver masnûatın Sânii için mücerred mânevî bir cemâl vardır. Ve Onun, o mahfî hüsün ve cemâl için pek çok mehâsin ve letâifi vardır ki, kısa akıllarımızla idrak edemeyiz. Ezcümle, o cemâlin kesif ayinelerinden biri sath-ı arzdır. Bu sath-ı arz her asırda, her mevsimde, her vakitte daima tecellî etmekte olan o cilvelerin gölgelerini teşhir, tavsif, ilân ve izhar eder.

Ve keza, hakaik-i sabitedendir ki, yüksek bir cemâl sahibi, bizzat kendi gözüyle ve bilvasıta başkasının gözüyle, cemâlini ve cemâlinin inceliklerini görmek istiyor. Binaenaleyh, cemâl sermedî ve dâim olursa, behemehal onun inceliklerini gösteren ayinelerinin de ebedî ve dâimî olması zarurîdir…

Çünkü, bâki bir hüsn fâni bir müştaka razı olamaz. Ve zâil ve fâni bir âşıkın, ebedî ve bâki olan mahbubuna muhabbeti adavete kalb olur. Evet insan, eli veya fehmi yetişmediği güzel birşeyi, kendisini tesellî için takbih eder. Bu itibarla, bu âlem Sâni’i istilzam ettiği gibi, Sâni’ de âlem-i âhireti istilzam eder.

Ve keza, bu âlemin Sâni’inde pek rahîmâne bir şefkat vardır. Zîra görüyoruz ki, bu âlemde yardım isteyen bir musibetzedeye kemâl-i sür’atle yardım ediliyor. Dergâh-ı izzete iltica eden kurtuluyor. Sual eden sâillerin istekleri veriliyor. En âdi bir zîhayatın sesi işitiliyor ve hâceti kabul ediliyor. İşte böyle bir şefkat sahibi, nev-i beşerin en büyük, en lâzım, en zarurî, şedit bir hâceti hakkında, bütün insanlar namına yaptığı duada istediği Cenneti ve saadet-i ebediyeyi ve ba’sü ba’del mevti yapacaktır. Bilhassa, o reis-i muhteremin şu umumî duasına, bütün zevilhayat, bütün mahlûkat “Âmin! Âmin!” diyorlar.

Bak, o zât öyle bir maksat, öyle bir gaye için saadet isteyip dua ediyor ki, insanı ve bütün mahlûkatı, esfel-i sâfilîn olan fenâ-yı mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faidesizlikten, abesiyetten, âlâ-yı illiyîn olan kıymete, bekàya, ulvî vazifeye, mektubat-ı Samedâniye olması derecesine çıkarıyor.

Bak, hem öyle yüksek bir fîzar-ı istimdatkârâneyle istiyor ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârâneyle yalvarıyor ki, güya bütün mevcudata, semâvâta, arşa işittirip, vecde getirip, duasına “Âmin, Allahümme, âmin!” dedirtiyor…

Allahım, her iki dünyanın efendisi, iki âlemin medar-ı fahri, dünya ve âhiretin hayatı, iki cihan saadetinin vesilesi, zülcenâheyn ve cin ve insin resulü olan şu Habîbine, onun bütün âl ve ashabına ve onun enbiyâ ve mürselîn kardeşlerine salât ve selâm et. Âmin….Mesnevi-i Nuriye

SÜNNET-İ SENİYE NOKTASINDA BU İSİMDEN HİSSEMİZ;

……….Terbiye Allah’a şahit, tedbir Allah’a delildir.

Tasvir Allah’a şahit, tanzim Allah’a delildir.

Tezyin Allah’a şahit, tevzin Allah’a delildir.

İtkan Allah’a şahit, vücut Allah’a delildir.

Halk Allah’a şahit, daimî icad Allah’a delildir.

Hüküm Allah’a şahit, emir Allah’a delildir.

mehasin Allah’a şahit, letâif Allah’a delildir.

Mehâmid Allah’a şahit, medâih Allah’a delildir.

İbâdât Allah’a şahit, kemâlât Allah’a delildir.

Tahiyyat Allah’a şahit, berekât Allah’a delildir.

Salâvat Allah’a şahit, tayyibat Allah’a delildir.

Mahlûklar Allah’a şahit, geçmişteki harika şeyler Allah’a delildir.

Varlıklar Allah’a şahit, gelecekteki mucizeler Allah’a delildir.

Semâvât Allah’a şahit, Arş Allah’a delildir.

Güneşler Allah’a şahit, aylar Allah’a delildir.

Yıldızlar Allah’a şahit, seyyareler Allah’a delildir.

Ondaki tasarruflar ve ondan inen yağmurla atmosfer Allah’a şahit, yer Allah’a delildir.

(Yani, yerde açığa çıkan kudret, ondaki engin hikmet, ondaki mükemmel san’at, ondaki süslü renkler, ondaki çeşitli nimetler, ondaki geniş rahmet Allah’a delildir.)

Binler âyetleriyle Kur’ân Allah’a şahit, binler mucizeleriyle Muhammed Allah’a delildir.

Yirmi Dokuzuncu Lem'a /Dördüncü Bab Tercümesinden

“AHLÂK-I İLÂHİYE İLE MUTTASIF OLUP CENÂB-I HAKKA MÜTEZELLİLÂNE TEVECCÜH EDİP, ACZ, FAKR, KUSURUNUZU BİLİP DERGÂHINA ABD OLUNUZ”..Sözler

SALÂVAT-I ŞERİFEMİZ

“Evet, salâvatın mânâsı rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duası olan salâvat ise, o Rahmeten li’l-Âlemînin vüsulüne vesiledir.

Öyle ise, sen salâvatı kendine, o Rahmeten li’l-Âlemîne vesile yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmân’a vesile ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li’l-Âlemîn olan Aleyhissalâtü Vesselâm hakkında, hadsiz bir kesretle, rahmet mânâsıyla salâvat getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir surette ispat eder.”..Lem’alar

*Bismillâhirrahmânirrahîm*

Allah ve melekleri, Peygambere çok salâvat getirirler (yani, Allah ona rahmet eder, melekler de duâ edip onun şânını yüceltirler). Ey îman edenler, siz de ona salavât getirin (yani dua edin) ve tam bir teslimiyetle selâm verin. (Ahzâb Sûresi, 33:56)

Ey Allah’ım, Emrini yerine getiriyoruz! Efendimiz Muhammed’e ve nesline öyle bir salât ve rahmet eyle ki; onunla bizi nereden geleceği belli olmayan korkulardan ve bütün âfetlerden kurtar. Onunla bütün ihtiyaçlarımızı gider. Bizi her türlü kötülüklerden ve günahlardan temizle. Onunla bizi katındaki en yüce derecelere yükselt ve bizi bu dünyada ve öldükten sonra bütün hayırların en son gayelerine ulaştır, ey dualara cevap veren Allah’ım! Âmin. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.

*“BİR MİLYON SALÂT BİR MİLYON SELÂM SENİN ÜZERİNE OLSUN EY MEHÂSİN-İ SAN’AT-I RABBÂNİYENİN VASSÂFI“* ( 3 defa )

Allahım,

Ey âlemlerde seçilmiş Muhammed’in Rabbi,

Ey Cennet’in ve Cehennem ateşinin Rabbi,

Ey peygamberlerin ve en hayırlı kulların Rabbi,

Ey sıddıkların ve iyilerin Rabbi,

Ey âlemlerde küçük ve büyük herşeyin Rabbi,

Ey tanelerin ve meyvelerin Rabbi,

Ey nehirlerin ve ağaçların Rabbi,

Ey sahrâların ve ovaların Rabbi,

Ey kölelerin ve hürlerin Rabbi,

Ey gecenin ve gündüzün Rabbi,

Akşama erdiğimizde ve sabaha çıktığımızda Seni şahit tutarız; Senin bütün mukaddes sıfatlarını şahit tutarız; Senin bütün güzel isimlerini şahit tutarız; Senin yüce âlemlerdeki bütün meleklerini şahit tutarız; Senin türlü türlü mahluklarının hepsini şahit tutarız; Senin büyük peygamberlerinin hepsini şahit tutarız.

Senin büyük evliyalarının hepsini şahit tutarız; Senin bütün yüksek asfiyalarını şahit tutarız; Senin had ve hesaba gelmez kâinatta bulunan âyetlerinin hepsini şahit tutarız; Senin yaratılışta birbirine benzeyen bütün süslü, ölçülü ve ahengli san’at eserlerini şahit tutarız; kendileri âciz, donuk ve câhil oldukları halde Senin havl ve kuvvetinle ve emir ve izninle pek şaşırtıcı ve düzenli görevleri kaldıran bütün kâinat zerrelerini şahit tutarız; basit ve cansız zerrelerden yapılan çeşitli, düzenli, kusursuz ve san’atlı sınırsız mürekkebatın hepsini şahit tutarız; hayat maddeleri sonsuz derecede karışıklık içinde olduğu halde sonsuz derecede birbirinden ayrılmakla ve birdenbire birbirinden ayırd edilerek gelişip serpilen iç içe girmiş varlıkların bütün bileşenlerini şahit tutarız; peygamber ve evliyanın sultanı, mahlûkatının en faziletlisi ve engin mucizelerin sahibi olan Habib-i Ekremini -salât ve selâmın en üstünü onun ve âlinin üzerine olsun- şahit tutarız; apaçık âyetler ve nurlu burhanlar ve açık deliller ve parlak nurlar sahibi Furkàn-ı Hakîmini şahit tutarız; ve hepimiz birden şehadet ederiz ki:

Sen varlığı zorunlu Vâcibü’l-Vücud, birliği bütün kâinatta tecelli eden Vâhid, her bir varlıkta birliği görülen Ehad, fertlerde ve kâinatta birliğinin tecelli etmesiyle koca kâinatı bir şehir gibi birlik ve bütünlük haline getiren Ferd, Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde bütün varlıklar Kendisine muhtaç olan Samed, hayatı ezelî ve ebedî olan ve varlıklara hayat veren Hayy, bütün varlıkları düzenli bir şekilde ayakta tutan, fakat Kendi varlığının devamı için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Kayyûm, herşeyi bilen Alîm, her işi hikmetle yapan Hakîm, herşeye gücü yeten Kadîr, dilediğini yapan Mürîd, bütün sesleri, fısıltıları ve duaları işiten Semî’, herşeyi gören Basîr, Rahmeti herşeyi kaplayan Rahmân, her bir varlıkta özel rahmeti tecelli eden Rahîm, her işi adalet ve dengeyle gören Adl, yaratacağı varlıklar üzerinde küllî hükmünü verip herşeyi ona göre yaratan Hakem, dilediğini yapmaya gücü yeten Muktedir ve yarattığı varlıklarla konuşan Mütekellim olan Allah’sın ve bütün güzel isimler Sana âittir.

Yine şehadet ederiz ki, Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Sen birsin; ortağın yoktur. Senin herşeye gücün yeter ve herşeyi hakkıyla bilirsin.

Yine yukarıda geçenlerin hepsini şahit tutarak ve onların hepsiyle beraber şehadet ederiz ki, Muhammed Senin kulun, peygamberin, âlemlerde seçkin kıldığın kulun, dostun, mülkünün güzelliği, san’atının melîki, inayetinin pınarı, hidayetinin güneşi, muhabbetinin lisanı, rahmetinin misali, mahlûkatının nuru, mevcudatının şerefi, kâinatının tılsımının keşfedicisi, rububiyet saltanatının dellâlı, isimlerinin hazinelerinin tarif edicisi, kullarına Senin emirlerini talim edici, kâinat kitabının âyetlerinin tefsir edicisi, yarattığın varlıklar üzerindeki tecellilerini görmek ve şuurlu kullarına göstermek için medar yaptığın zat, kendi cemâline ve isimlerine olan muhabbetinin ve san’atına ve san’at eserlerine ve mahlûkatının güzelliklerine olan muhabbetinin aynası; âlemlere rahmet olarak ve bu âlem sarayının nakışlarındaki renk ve san’atların hikmetleriyle rububiyet saltanatının mükemmel yapısındaki güzellikleri beyan etmek ve kâinat kitabının kelimelerindeki, âyetlerindeki ve satırlarındaki hikmetlerin işaretiyle Senin isimlerinin hazinelerini tarif etmek ve razı olduğun şeyleri bildirmek üzere gönderdiğin sevgilin ve resulündür, ey Göklerin ve Yerlerin Rabbi! Ona ve âline ve ashabına ve kardeşlerine, her anda ve her zamanda milyonlar salât ve selâm olsun.

Ey herşeyi koruyan ve gözeten ve herşeyin sonuçlarını muhafaza eden Hafîz, ey Hâfız, ey koruyanların en hayırlısı Hayru’l-Hâfızîn olan Allah’ım,

Bize ihsan ettiğin bu şehadetleri Senin koruma ve himayene ve Senin rahmetine emanet ediyoruz. Haşir ve mizan gününe kadar onları koru. Âmin. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun…..

Yirmi Dokuzuncu Lem'a /Dördüncü Bab Tercümesinden

*Subhâne rabbike rabbil izzeti ammâ yesifûn  Ve selâmun alâl murselîn Vel hamdu lillâhi rabbil âlemin*



El Fâtiha  / Allah Kabul Etsin





.